10 Aralık 2019 Salı

“İnsan” Olmak

Bu yıl yine 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele ve 10 Aralık İnsan Hakları günleri arasında dünyayı turuncuya boyayarak dünya çapındaki 16 günlük cinsiyete dayalı şiddete karşı harekete katıldık.

1960’larda Dominik Cumhuriyeti’nde üç kız kardeşin hayatlarına mal olan mücadelelerinin kelebek etkisiyle tüm dünyaya yayılması; eşit, şiddetten arınmış, özgür ve ideal bir dünyaya olan özlemi ve böyle bir dünyanın mümkün olduğu bilincini arttırdı.

Evet, arttırdı. Ama aradan geçen yarım asırdan uzun süreye rağmen dünya hâlâ o ideal dünya değil.

Ama katılmak yetmez, sorgulamamız gerek. Neye karşı olduğumuzu, neyle mücadele ettiğimizi, yıllardır bu hareketin uygulanmasına rağmen cinsiyete dayalı şiddetin varlığını nasıl sürdürdüğünü, dünyayı turuncuya boyasak da bu çirkinlikleri yok edemediğimiz için renklerin ardında saklayamayışımızı sorgulamamız gerek.

Bu nedenle biz de sadece katılmakla kalmadık, farklı örnekler üzerinden kişisel sorgulama yapmamızı sağlamaya çalıştık.

Şiddetin bin bir tonu

Tüm hayatımızı, hayatımızdaki insanları ve kendimizi düşünelim. Biz ne kadar eşitlikçiyiz? Eşitliğe mesafemizi sorgulayalım.

Bilinç seviyemiz yüksek olabilir, farkındalığımız yeterli olabilir. Ama fark yaratacak hamle duyarlılık değil; alacağımız, aldığımız aksiyonlardır.

Kurumsal İletişim ekibindeki ilgili çalışma arkadaşlarımızın hazırladıkları ve 16 gün boyunca Aramızda TV’lerde yayınlanan cümleleri okuduğumda kendimi bir kez daha sorgulama fırsatı yakaladım.

Dünyada her 3 kadından 1’i şiddete maruz kalıyor. Herhangi birinin sorumlusu biz olabilir miyiz? Hayırdemek çok kolay, ancak şiddetin tanımı bir o kadar da geniş. Fiziksel, psikolojik, cinsel, ekonomik şiddetin yanı sıra günümüzde, ilk anda aklımıza gelmeyen dijital dünyanın yarattığı şiddetten de bahsetmeliyiz.

Ne yazık ki şiddet, din, dil, ırk, yaş, statü, ekonomik durum ya da eğitim ayırt etmeden tüm kadınlara eşit mesafede olan belki de tek kavram.

İnsanlığı savunmak

Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele konusunda İnsan Hakları nosyonunun kapsayıcı bir konumda değerlendirilmesi insanlık için önemli bir adım. Çünkü toplumu oluşturan her birey yukarıda bahsettiğim şiddet türlerine o ya da bu şekilde maruz kalıyor.

Yazımın sonlarına yaklaşırken küçük bir deney yapalım. Elinize bir kalem kâğıt alın ve sizi siz yapan tüm sıfatları alt alta listeleyin.

Bu sıfatlardan sadece biri için işinizden olduğunuzu, çalışma arkadaşlarınız tarafından dışlandığınızı, maddi-manevi haklarınızı tam anlamıyla alamadığınızı hayal edebiliyor musunuz?

Sunulan haklardan eşit oranda faydalanmak için mücadele etmek zorunda kalmanın ve bu süreçte türlü türlü kötü muamelelere maruz bırakılmanın insan haklarına aykırılığından bahsediyoruz. Buradaki kilit kelime “insan”. Bir insan hakkından bahsediyorsak insanın alt sıfatlarından, yani az önce yazdığınız listedeki sıfatlardan tamamen arınmış olarak bahsediyor olmamız gerekiyor.

Kadın olduğunuz için; erkek olduğunuz için; Çerkez, Kürt, Türk, Ermeni, Rum, Fransız ya da Ugandalı olduğunuz için; anne olduğunuz için; baba olduğunuz için; gözünüz görmediği, kulağınız duymadığı için; cinsel yöneliminiz için; sarışın ya da esmer olduğunuz için; vegan olduğunuz için; dindar olduğunuz için; dindar olmadığınız için; kilolu olduğunuz için; engelli olduğunuz için; bunlardan hiçbiri için olduğunuz kişi olmanın onurundan yoksun olamazsınız.

İdeal bir dünya mümkün

Geçtiğimiz günlerde içimizdeki sesin, yani bizi biz yapan sesin; bebeklik ve erken çocukluk dönemlerimizde çevremizdekilerin bize dedikleriyle oluştuğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Bu anlamda dilin ne kadar kuvvetli bir araç olduğunu bir kez daha gördüm.

Dilimiz, konuşmalarımız, söylediklerimiz bizi biz yapan en önemli ve en güçlü davranış şeklimizdir. Dilimizde oluşturacağımız değişimle hem yeni nesillere hem de içinde bulunduğumuz topluma daha eşit, şiddetten uzak, ideal bir dünya sağlayabiliriz.

Önerilen Popüler Yazılar