10 Ekim 2021 Pazar

OECD'nin Eğitim'de Gelecek Senaryosu

Dünya değişiyor. Dijital teknolojiler hiç olmadığı kadar hayatımızın bir parçası haline gelirken, eğitim sistemlerinde de yapısal değişiklikleri beraberinde getiriyor ya da değişime zorluyor. 2020'den 2022 yılına hâkim olan koronavirüs salgını krizi bu dönüşümü hızlandırmakta oldukça etkili oldu.

Salgının yayılmasını önlemek için insan etkileşiminin azalması gerekliliği ile birlikte, dijital bağlantılarımız arttı ve iş eğitim, alışveriş gibi birçok yaşam süreci büyük oranda çevrim içi ortamlara taşındı. Ülkeler imkânları ölçüsünde salgının etkilerini en aza indirebilmek için mücadele ediyor. UNESCO, UNICEF, Dünya Bankası, OECD gibi önde gelen uluslararası kuruluşlar salgının insanlar, ülkeler ve tüm dünya için sebep olduğu tahribatı raporluyor ve neredeyse günlük olarak veri paylaşıyorlar. 

2019 yılı Mart ayında Çin’de başlayan salgın krizinde aradan geçen yaklaşık yedi aylık zaman diliminde ülkeler yaşamın bütün alanlarına yönelik farklı önlemlere gitti. Okulların kapatılması dünya genelinde neredeyse bütün ülkelerin öncelikli olarak aldığı önlemlerden biri oldu. Dolayısıyla bu salgının okul öncesinden yükseköğretime milyonlarca öğrencinin eğitim süreci üzerinde etkileri oldu. Eğitim öğretim süreçlerinin tamamıyla değişmek zorunda kaldığı ve öğrenmenin sürdürülebilmesi için hızlı ve etkili önlemlerin planlandığı bu süreçte, mevcut eğitim yaklaşım ve politikaları ve eğitimin geleceği konuları ulusal ve uluslararası tartışmalarda geniş yer bulmaya devam ediyor. Öyle ki artık birçok ülkenin salgında ikinci dalga aşamasını kaydettiği mevcut durumda hem ülkeler hem de kurumlar bu ani ve büyük değişikliklere zorlayan süreç karşısında stratejilerini güçlendirme ve daha esnek sistemler inşa etme çabasında görünüyor.

Uluslararası dokümanlar incelendiğinde, salgının dünya geneline yayıldığı ilk şok sürecinde, bu krizin eğitim sistemleri ve öğrenciler üzerindeki etkilerini anlamlandırma ve yaşanan ve yaşanabilecek etkiler karşısında çözümler üretmeye yönelik bir odak bulunuyordu. Zamanla salgın hayatımızın bir gerçeği haline geldi ve birçok kurum ve sistemde önemli değişikliklere gidildi. Çalışmaların odağı da önümüzdeki süreçte eğitim sistemlerini nelerin beklediği, salgın sonrası eğitimin nasıl yapılandırılabileceği, salgından hangi derslerin çıkarılabileceği, daha güçlü ve esnek bir yapının nasıl oluşturulabileceği gibi konularda yoğunlaştı.

Bu değerlendirme yazısında OECD (2020) tarafından yayımlanan The OECD Scenarios for the Future of Schooling raporu referans alındı. Öncelikle eğitimde mevcut eğilimlere yer verilerek gelecek kurgularının dayandığı mevcut duruma ilişkin genel bir görünüm sunuldu. Ardından okulların amaç ve işlevleri, organizasyon biçimleri ve yapıları, öğretmen işgücü ve sistem için zorluklar çerçevesinde dört senaryo ele alındı. Son olarak, raporda öne çıkanlardan hareketle Türkiye bağlamında bir değerlendirmeye yer verildi.

Eğitimde mevcut eğilimler
Günümüzü anlamak geleceğin ne getireceğini düşünmemize yardımcı olabilir. Bu başlık altında eğitimin son 20 yılda amaç ve işlevler, organizasyon yapısı, süreç ve uygulamalar konularında nasıl bir görünüm ortaya koyduğu, mevcut eğilimler ekseninde ele alınmaktadır. Bu eğilimler ana hatlarıyla, okul öncesinden yükseköğretime okullaşma oranlarında ve eğitim sürelerindeki artış; öğrenme kavramı ve öğrenme hedeflerindeki değişim; toplumun eğitime yüklediği anlamın ve eğitimden beklentilerinin artması ile öğretmenler, okullar ve sisteme yönelik eğitim politikaları ve uygulamaları konularında incelenmiştir.

Eğitime katılımın ve eğitim sürelerinin artması
Ülkelerin çoğunda zorunlu eğitim kademeleri dışındaki kademelerde okullaşma oranları artan bir eğilim göstermektedir. OECD ülkelerinin neredeyse tamamında 4-5 yaş grubundaki çocukların %90’ından fazlası erken çocukluk eğitimine katılmıştır. OECD ülkelerinin üçte birinde ise 3 yaş grubunda çocukların büyük çoğunluğu erken çocukluk eğitimine kayıtlıdır. Bunun yanı sıra, zorunlu eğitim kademesini tamamlayan öğrencilerin eğitimlerine devam etmelerinde de artış görülmektedir. 2008-2018 yılları arasındaki 10 yıllık sürede yükseköğretime kayıtlı öğrenci oranı %35’ten %44’e yükselmiştir (OECD, 2019).

Okullaşan nüfustaki değişime ilişkin yapılan bir gelecek projeksiyonu Grafik 1’de sunulmuştur. Buna göre, insan nüfusunun eğitimde daha fazla süre geçireceği; okullaşmamış nüfusun azalacağı ve temel eğitim ve lise eğitimi alan nüfusun önemli düzeyde artacağı tahmin edilmektedir.

Grafik 1. Dünya genelinde farklı eğitim kademelerine göre eğitime katılan insan nüfusu (1970-2100) Kaynak: Wittgenstein Centre for Demography and Global Human Capital (2018).

Örgün eğitime katılımın yanı sıra yaygın eğitime katılımın da artması
Yetişkinler artan bir eğilimle yasal emeklilik yaşları gelse dahi çalışmaya ve yaygın eğitim yoluyla öğrenmeye devam etmektedir. Özellikle dijitalleşme ile birlikte yaygın eğitime erişim ve bu konuda kapsam genişlemiştir. Yetişkinler yaygın eğitimi mesleki becerilerini geliştirmeye yönelik de tercih edebilmektedir. Bu durum örgün eğitim dışındaki öğrenmeler için de denklik sağlanması ve tanınması gibi konuları gündeme getirmektedir.

Eğitimden beklentinin artması
Günümüzde eğitim; kişilerde güçlü bir disiplin bilgisi ve analitik, yaratıcı ve eleştirel düşünme becerilerine sahip olmayı gerektiren bilgiyi işleme ve problem çözme kapasitesi oluşturmakla ilgilidir. Bilişsel yeterliklerin yanı sıra eğitim; sosyal ve duygusal beceriler, hoşgörü, başkalarına saygı ile öz-düzenleme ve kendi öğrenme süreçlerini daha iyi anlama kapasitesi gibi daha geniş yeterliklerle ilgilidir.

Günümüzde bu yeterliklerin geçmişte olduğundan daha değerli olduğunu söyleyemeyiz. Ancak geçmişte bu yeterliklere sadece toplumun belirli bir üst kesiminin sahip olması beklenirken, günümüzde bütün bireylerin bu yeterliklere yönelik eğitim alması beklenmektedir. Öte yandan, Dünya Bankası (2017) tarafından açıklanan “öğrenme yoksulluğu” verileri gibi ulusal ve uluslararası değerlendirmeler, öğrenciler arasındaki öğrenme farklılıklarını ortaya koymaktadır. Eğitimden beklentilerin artmasıyla okulun eşitlik, nitelikli eğitim ve bireysel ihtiyaçların karşılanması dengesini sağlaması hem zorluk hem de gereklilik olarak daha görünür hale gelmektedir.

Öğrenmenin doğasına ilişkin anlayışın ve bilginin artması
Kitlesel eğitimin ortaya çıktığı zamanlardan günümüze gelindiğinde insanların nasıl öğrendiği hakkındaki bilgi birikiminin arttığı ve bu konudaki anlayışın dönüştüğü görülmektedir. Bu anlamda geleneksel anlayışın yansımaları olarak okullarda herkes için standardize edilmiş, ezber yöntemlerinin yaygın olduğu, bilgi hatırlamaya odaklı bir eğitim modeli sürdürülmekteydi. Bu anlayış birçok sistemde hala önemli ölçüde sürdürülse de, bireysel öğrenme ihtiyaçlarının daha fazla önem kazandığı, öğrenmenin çevreyle ve sosyo-duygusal süreçlerle yakın ilişkisinin görüldüğü anlayışa doğru bir değişimden bahsetmek mümkün.

Eğitim politikalarında öğretmen niteliğini artırmanın önceliklendirilmesi
Öğretmen niteliğinin artırılmasına yönelik çalışmalar eğitim politikaları gündeminde daha ön planda yer bulmaktadır. OECD ülkeleri genelinde yaşlanan öğretmen nüfusu, mesleğe yeni başlayan öğretmenler arasındaki yıpranmışlık, dezavantajlı okullarda deneyimli öğretmenlerin azlığı ve öğretmenlik eğitiminin niteliği gibi konularda zorluklar yaşanmaktadır. Birçok ülkede bu zorluklar karşısında öğretmen maaşlarının iyileştirilmesi, kariyer ve ödül sisteminin geliştirilmesi, öğretmen yetiştirme sisteminde standartların ve yeterlikler çerçevesinin belirlenmesi, mesleğe yeni başlayan öğretmenler için uyum süreçlerinin oluşturulması ve meslektaş ağlarının desteklenmesi, öğretmenlerin mesleki gelişimlerini eğitimlerle sürdürmelerinin sağlanması gibi önlemler ortaya konmaktadır.

Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve yetki alanlarının genişletilmesi
Eğitim sistemleri içindeki yönetim yapısı ve görev dağılımında daha fazla güç ve yetki paylaşımına doğru bir yaklaşım değişiminden söz edilebilir. Yerel yöneticilerin yerelin ihtiyaç ve özelliklerini daha iyi bileceği varsayımından hareketle birçok eğitim sisteminde yereldeki yöneticilere ve birimlere daha fazla sorumluluk verilmesi eğilimi bulunmaktadır. Buna göre merkezi yönetimler, merkezi planlama ve kontrol süreçlerinden daha çok hesap verebilirlik mekanizmasının güçlendirilmesi ve ilişkilerin desteklenmesine yönelik politikalar yürütür.

Merkezi eğitim yönetimleri yerel aktörlere verilen desteği güçlendirmekte, mevcut yapı içindeki rolleri ve kaynakları yeniden tanımlamakta, politika önceliklerini ve eylemlerini belirlerken iletişim çabalarını artırmakta, bilgi ve uzmanlığı kullanmaya ve harekete geçirmeye yönelik mekanizmalar oluşturmaktadır. Bu eğilim okullarda yenilikçi uygulamaları teşvik etmekte, okulların öz değerlendirme mekanizmasını ve okul kapasitesini güçlendirmektedir. Ancak merkezi ve yerel yönetimler arasında sağlıklı iletişim kurulamaması, hızlı değişen politika öncelikleri gibi unsurlar uygulamada sıkıntılara sebep olabilmektedir.

Paydaş ağlarının ve ortaklıkların artması
Yerelde yetki alanının genişletilmesi yerel yöneticiler ve birimler için süreç yönetimini organize etme ve işbirlikleri yapmaya yönelik daha fazla sorumluluk anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, sunulan hizmette belirli standartları sağlamak, öğrenme ve fikir alışverişleri için ağlar ve ortaklıklar oluşturmak önem kazanmaktadır. Kişi veya kuruluşlar tarafından oluşturulmuş, resmi veya gayri resmi, gönüllü veya zorunlu katılımlı olmak üzere, ağlar ve ortaklıklar giderek daha yaygın hale gelmektedir. Bunlar okullar arası, öğretmenler arası, eğitim hizmetleri ve diğer alanlarda hizmet sağlayıcıları, özel ve devlet kurumları arasında olabilir.

OECD Gelecek Senaryoları
2001 yılında OECD tarafından eğitimin geleceğine ilişkin senaryolar oluşturulmuştur (OECD, 2001). Bu senaryolar, salgının eğitimdeki dönüşümü hızlandırıcı etkileri olabileceğinden hareketle revize edilerek 2040 yılı için dört alternatif senaryo ortaya konmuştur. Bu senaryolar bir gelecek tahmini ya da önerisi değil, mevcut eğilimler ve gelişmelerden yola çıkılarak oluşturulmuş gelecek kurgularıdır. Bu kurgular eğitimin mevcut durumuna en yakın olandan değişimin en fazla olduğuna doğru sıralanmıştır. Senaryolar şöyle;
- Artan okullaşma: Eğitim öğretim sürelerinin artırılması
- Dış kaynaklarla desteklenen eğitim: Öğrenme pazarları
- Öğrenme merkezleri olarak okullar: Okullardaki eğitimin yeniden ele alınması ve dönüştürülmesi
- Okul temelli öğrenmenin sonu: Birey temelli öğrenme
Şekil 1. OECD Gelecek Senaryoları

Senaryo 1: Artan Okullaşma
Günümüzdeki okullaşma verilerinden ve okulların ekonomik ve sosyal işlevlerinden hareketle kitlesel eğitimin devam edeceği yorumlanabilir. Okullar ekonomik boyutuyla, çocuklarla ilgilenerek ebeveynlerin çalışabilmesini ve hem ev hem de iş hayatına sahip olabilmesini mümkün kılmaktadır. Kültürel boyutuyla ise, giderek çeşitlenen toplumda sosyal bir doku oluşturmakta, ilişkiler kurulmasına, eşitsizliklerin giderilmesine ve toplumsal normların sürdürülmesine imkân vermektedir.

Amaç ve işlev: Bu senaryoda örgün eğitimin kapsamı ve örgün eğitime erişimin daha da genişlemesi öngörülmektedir. Buna göre toplumsal ve ekonomik başarıya giden yolda örgün eğitim sertifikaları ve diplomalar temel unsurlar olmaya devam edecektir. Okulların bürokratik yapısı sürmektedir. Öğretim programları önemli bir odak noktasıdır ve birçok ülke ortak içerik ve değerlendirme araçları kullanır. Öğrencilerin belirli standartlar çerçevesince eğitim alması sürdürülürken, öğrenmelerini çeşitlendirmelerine yönelik seçenekler artar. Bilgi ve beceriye güçlü bir vurgu olmakla birlikte, değerler ve tutumlar daha fazla önem kazanır.

Organizasyon ve yapı: Dijital araçların ve içeriklerin oluşturulmasına ilişkin uluslararası özel- devlet işbirlikleri artar. Okullardaki öğretim ve öğretmen-öğrenci ilişkilerinde yenilikçi uygulamalar olmakla birlikte genel itibarıyla fazla değişmez. Sınıf ve sınıfta yalnızca bir öğretmen modeli aynı olmakla birlikte; öğretim saatleri çizelgesinde esneklikler, teknoloji entegre edilmiş karma yöntemin uygulanması ve disiplinler arası sınırların yumuşaması gibi yenilikler görülür. Sonuç odaklı değerlendirmelerin yerini öğrenme ve değerlendirme süreçlerinin eş zamanlı yürütüldüğü süreç değerlendirmesi alır.

Öğretmenler ve işgücü: Okullarda çalışan eğitim personeli çeşitlenir; yarı zamanlı, tam zamanlı, yüz yüze ya da çevrim içi eğitim veren gibi görevlendirmeler oluşur. Okul personeli içinde veri analisti, xyz gibi yeni roller yer alabilir.

Öğrencilerin kendi öğrenmelerinin sorumluluğunu ve yönetimini daha fazla alması desteklenir. Böylece öğretmenler öğrencilerin duygusal ihtiyaçlarına ve öğrenme motivasyonlarını desteklemeye daha fazla odaklanır.

Sistem için zorlukları: Geleneksel organizasyon yapısının genel manada sürdüğü bu kurguda farklı talepleri karşılamak ve sistem genelinde kaliteyi sağlamak zorluklar olarak görülmektedir. Bu kurguda fikir birliği oluşturmak zaman alır ve yeniliği sınırlayabilir.

Senaryo 2: Dış kaynaklarla desteklenen eğitim
Günümüzde iş süreçlerine ilişkin yenilikler ve çalışma koşullarında bireylerin ihtiyaç ve özellikleri dikkate alınarak esnekliklerin sağlanması gibi eğilimler bulunmaktadır. Dijitalleşme sürerken ve toplumlar iyi olma haline daha fazla önem atfederken esnek koşullara sahip iş koşullarının yaygınlaşacağı düşünülebilir. İş süreçlerindeki bu koşulların ve kişilerin ihtiyaç ve özelliklerinin dikkate alınarak süreçlerin oluşturulmasına ilişkin eğilimden hareketle; eğitim sistemlerinde de giderek daha eğitimli hale gelen ebeveynlerin imkânları ölçüsünde geleneksel eğitim sisteminin dışına çıkması ve alternatif seçeneklere yönelmesi mümkün. Bu gelecek kurgusunda, daha fazla dijital öğrenme araçları yoluyla uzaktan öğrenme çözümlerinin oluşturulması ve geleneksel öğretmen rolüne ihtiyacın azalması, öğrenme süresinin güne yayılması ve mekân seçeneklerinin genişlemesi özellikleri bulunur.

Amaç ve işlev: Bu senaryoda örgün eğitimin alternatifi olarak çeşitli özel ve toplum temelli girişimler bulunmaktadır. Esnek çalışma saatleri ebeveynlerin de öğrencilerin öğrenme süreçlerinde daha aktif yer almasını sağlamaktadır. Kamu sistemleri ailelerin özelleştirmeye yönelik baskısı altındadır. Evde öğretim, özel ders, çevrim içi ders ve yüz yüze eğitimin bir karması olan öğretim farklı biçimlerde düzenlenmektedir. Eğitimde özelleşme artmıştır. Devlet okulları bütün çocukların öğrenmeye erişimlerini sağlamayı garanti etmek üzere destekleyici bir çözüm konumundadır.

Organizasyon ve yapı: Eğitimde dış kaynaklar etkili olmaya başladıkça, eğitimde geleneksel bürokratik yönetim ve hesap verebilirlik yapısı önemli ölçüde azalmıştır. Sistemde özel girişimlerin oluşturduğu öğrenme pazarları oluştukça, öğrenmenin farklı göstergeleri ve sertifikasyon biçimleri oluşmuştur. Özelleşmenin artması ve bireyselleştirilmiş eğitim yolaklarının artmasıyla toplumda sınıfsallaşmanın artması endişe sebebidir.

Öğrenciler yaşları büyüdükçe eğitim süreçleri daha fazla bireyselleşir, özelleşmiş öğrenme platformları ve yönlendirme hizmetleri daha fazla yer bulur. İşverenler eğitim sektörü içinde daha aktif yer alır. Geleneksel yaş gruplandırması, eğitim kademesi gruplandırması gibi katı yapılar terkedilerek öğrenenin kendi hızına ve özelliklerine uygun eğitim etkinliklerinin olduğu bir eğitim sürecinde devam etmesi sağlanır. Bu anlamda öğretim programları uzunluk ve kapsam gibi konularda öğrenen ihtiyaçlarına uyarlanabilmektedir ve yaşam boyu öğrenme amaçlarıyla daha uyumludur. Geleneksel öğretimdeki öğretmen öğrenci rollerine ilişkin kültürel özellikler devam edebilir.

Öğretmen ve işgücü: Eğitimde dijitalleşmenin artmasıyla insan kaynağı ihtiyacı da çeşitlenmiştir. Devlette, özel kurumlarda veya bağımsız olarak çalışan kariyer koçları, beceri piyasası analistleri, öğretim uzmanları gibi öğretim profili, çalışma koşulları, mesleki statüleri çok çeşitli insan kaynağı vardır.

Sistem için zorlukları: Özel sektörün payının artmasıyla eğitim kurumlarının niteliğine ve erişime yönelik standardı sağlamak, piyasadaki eksiklikleri veya yanlışları gidermek zordur. Devlet finansmanı dışında oluşan eğitim kurumları rekabet etmesi güç bir piyasa oluşturabilir.

Senaryo 3: Öğrenme merkezleri olarak okullar
Günümüzde resmi eğitimde sağlanan diploma ve not dökümü gibi belgelerin yeterlik göstergesi olma konusunda geçerliklerinin zayıfladığı söylenebilir. Öyle ki bazı küresel şirketler resmi eğitimde tanımlanan yeterlik belgelerine sahip olmasa bile deneyim ve beceri setlerine bakarak kişileri istihdam edebiliyor.

Küresel düzeyde artan toplumsal kutuplaşma ve aşırı politik söylemler, kişiler ve toplumlar arası köprüler kurma ve toplumsal aidiyetin güçlendirilmesine yönelik ihtiyacı daha görünür kılmaktadır. Bu anlamda, okullar ve yerel topluluklar arası iletişim kanallarının güçlendirilmesiyle hem öğrenmenin hem de sosyal sermayenin güçlendirilmesi amaçlanmaktadır. Günümüzde de okul sistemlerindeki ilişkiler ve dinamiklerin değiştirilmesine yönelik eğilimden söz edilebilir. Daha amaç odaklı, yatay düzlemde ve işbirliğine dayalı bir eğitim öğretim ortamına doğru bir eğilimden söz edilebilir.

Amaç ve işlev: Bu senaryoda güçlü okullar işlevlerinin çoğunu koruyor. Öğretim aktiviteleriyle zamanlarını yapılandırmaya, bilişsel sosyal ve duygusal gelişimlerini desteklemeye devam ediyorlar. Bununla birlikte iş piyasasında çok daha özelleşmiş ve çeşitlenmiş biçimlerde yeterliliklerin tanınması söz konusudur. Bu durum okullaşma süresinde artışa yönelik mevcut eğilimi tersine çevirmiştir.

Yerel yönetimler daha güçlü yapıda ve daha geniş inisiyatif alanına sahiptir. Yerel birimler, paydaşlar ve topluluk ile daha yoğun bağlantıları olan okullar daha güçlü okullar olarak nitelenir. Standardize edilmiş bir sistem olmamakla birlikte okullar performanslarını artırma konusunda baskı hisseder.

Organizasyon ve yapı: Okullar kapsayıcılık, deneyim ve çeşitlilik kültürü ile karakterize edilir. İşbirlikli çalışma, öz değerlendirme ve akran sorumluluğu çerçevesinde bireyselleştirilmiş öğrenme yolları güçlendirilmiştir. Sınıflara ve notlara göre öğrencilerin gruplandırılması uygulaması bırakılmıştır; esnek ve sürekli değişen düzende öğrenme grupları ve yolları oluşturulmaktadır. Örgün ve yaygın öğrenme arasındaki ayrım daha belirsiz bir hale gelmiştir. Öğrenme sınıf ve okul ile sınırlı olmadan yüz yüze ve farklı dijital ortamlarda gün boyu devam eder. Okul, geniş bir eğitim ekosisteminin merkezi parçasıdır. Çok çeşitli beceri ve uzmanlık alanlarından kişiler ve kurumlar öğrenmenin desteklenmesinde rol oynar. Öğrenme bireyin ve yerelin ihtiyaçlarına uygun olarak tasarlanır. Tek tip ve katı bir öğretim programı bulunmaz.

Öğretmen ve işgücü: Öğretmenlerin güçlü bir pedagoji bilgisine sahip olması ve birçok iletişim ağının içinde olması önemlidir. Bu senaryoda güçlü bir öğretmen eğitimi ve öğretmenlerin mesleki gelişim sürecine vurgu yapılmaktadır. Okullarda öğretim yapmayan eğitim personelleri de bulunmaktadır. Ebeveynler ve toplum temsilcilerinin katılımı beklenir. Okulların müzeler, teknoloji merkezleri, kütüphaneler, konuk evleri gibi alanları kullanabileceği işbirlikleri ve güçlü ortakların sağlanması önemsenir.

Sistem için zorlukları: Merkezi sistem ve yerel birimler arasında genel amaç ve hedeflere ilişkin uyum problemleri oluşabilir. Ayrıca yerel birimlerin kapasitelerinde eşitliğin sağlanması zordur.

Senaryo 4: Okul temelli öğrenmenin sonu
Günümüzde dijitalleşme ve yapay zekâya büyük ilgi gösterilmekte ve yatırım yapılmaktadır. Makine öğrenmesinin yükselişi bu kurgunun temel dayanağını oluşturmaktadır. “Kodlama eğitimi programı” veya çocukların nerede ve ne öğrenmek istediklerine kendilerinin karar verdiği evde öğretimin bir adım ileri aşaması olan “okullaşmamış çocuklar” gibi resmi okul sistemi dışında bazı öğrenme ve beceri edinme deneyimleri örnekleri günümüzde bulunmaktadır.

Teknolojideki son gelişmelerle birlikte teknolojinin hayatımıza daha fazla yerleştiğini görmekteyiz. Dijital asistanlar, akıllı oyuncaklar ve giyilebilir cihazlar, günlük yaşamlarımızda öğrenme ve teknoloji ile etkileşim şeklimizi değiştirdi. Bu senaryoda dijitalleşmenin eğitime yansımaları oldukça kapsamlı ve dönüştürücüdür.

Amaç ve işlev: Eğitim her yerde her an gerçekleşebilir. Bu senaryo yapay zekâ, sanal gerçeklik ve nesnelerin interneti gibi konularda hızlı ilerlemeler sağlanması üzerine kuruludur. İnternet bağlantısı güçlü bir dijital altyapı ile desteklenme ve veri çokluğu eğitim ve öğrenmeye bakış açımızı tamamıyla değiştiriyor. Öğrenme fırsatları herkesin erişimine açık, yapılandırılmış öğretim programları ve okul sistemi tamamıyla ortadan kalkıyor.

Organizasyon ve yapı: Dijitalleşme sayesinde bilgi, beceri ve tutumu değerlendirme ve geçerliğini belirleme eğitim kurumları veya kişilerin herhangi bir rolü olmaksızın mümkündür. Formal ve informal öğrenme arasındaki ayrım tamamen yok olmuştur. Öğrenmeye yönelik bütün kaynaklar açık ve yasaldır. Bireylerin eğitimi gerçek yaşam problemlerini çözmek için ortak aklın işletilmesiyle ilerler. Yaşam boyu bireysel yapay zekâ asistanları bulunmaktadır ve kişinin ihtiyacı ilgisi ve özellikleri doğrultusunda öğrenme seçeneklerini, bilgi-beceri açığını belirler, diğer bireyler ve çevreyle bağlantı kurmayı sağlar. Dil bir engel değildir, yaşamla eş zamanlı dil çevirisi gerçekleşmektedir.

Eğitim, iş ve serbest zaman alanları ve zamanları arasındaki ayrımlar azalmıştır. Herkes için benzer gereklilikler bulunmazken, bireysel ve esnek bir eğitim çerçevesinde geleneksel okul yapısının belli özellikleri devam edebilir. Dijital ve akıllı teknolojiler yardımıyla çocuklar için güvenli ve zengin öğrenme içeriğine sahip özel ve devlet alanları oluşturulmuştur.

Öğretmen ve işgücü: Öğrencilerin kendi öğrenmelerini yönlendirmede yetkin olduğu, her yerde ve her an öğrenmenin gerçekleşebileceği ve zengin öğrenme fırsatlarına ve bilgiye erişimin mümkün olduğu bir toplumda artık öğretmenlik mesleği yok olmuştur. Yüz yüze ve çevrim içi ortamlarda öğrenmenin yönlendirilmesi insanlar ya da makineler tarafından gerçekleştirebilmektedir.

Sistem için zorlukları: Devletlerin yüksek müdahale imkanları, demokratik kontrol ve bireysel haklar açısından sorun oluşturabilir. Ayrıca toplumsal sınıflar arası ayrışmanın artması riski yüksektir.

Tablo 1. OECD Gelecek Senaryoları Genel Görünüm

Son söz;
OECD tarafından 2001 yılında oluşturulan ve 2020 yılında salgının etkileri dikkate alınarak yeniden düzenlenen gelecek senaryoları eğitimin geleceğine ilişkin tartışmalar için önemli bir çerçeve sağlıyor. Eğitimdeki mevcut eğilimlerden hareketle oluşturulan bu kurgular birer tahmini veya beklentiyi değil eğitim sistemlerinin önündeki farklı seçenekleri yansıtıyor. Her bir kurgu birbiriyle uyumlu eğilimlerin ve göstergelerin birlikte yorumlandığı bir alternatif olarak sunuluyor. Ancak bu kurguları birbirinden keskin sınırlarla ayırarak yorumlamak doğru bir yaklaşım olmayacaktır.

Farklı kurgulardaki farklı öğeler sistemdeki birçok dinamiğe bağlı olarak bir arada da ortaya çıkabilir. Bu seçeneklerin her biri dünyanın farklı bölgelerinde ve ülkelerinde farklı hızda ve özelliklerde de ilerleyebilir. Birkaç ay sonrasının bile belirsizliklerle dolu olduğu bir sürecin içindeyken gelecek tahminleri yapmak elbette ki faydasızdır. Bununla birlikte, mevcut eğilimlerden yola çıkarak farklı gelecek senaryoları tanımlamak, eğitim sistemi üzerinde ne gibi etkileri olabileceğini araştırmak ve olası politika çıkarımlarını belirlemek faydalı olabilir. Genel olarak eğitimin geleceğine ilişkin farklı seçeneklerin görülmesi, eğitimi mevcut durumun ötesinde daha geniş bir zaman ve mekân perspektifinde algılamayı ve dönüşüm sürecini anlamlandırmayı kolaylaştırabilir.

Birçok ülke için mevcut görünüm incelendiğinde, eğitime katılım ve eğitimde geçirilen sürelerin artması, örgün eğitimin yanı sıra yaygın eğitim süreçlerinin de insan yaşamında daha fazla yer bulması, öğretmenlerin rollerinde dönüşüm ve öğretmene yönelik politikaların daha da öncelik kazanması, yerel yönetimlerin yetki alanlarının genişlemesi gibi eğilimler bulunmaktadır. Türkiye için de bu eğilimlerin bir kısmından söz etmek mümkün. Ancak Türkiye eğitime erişim ve eğitimin niteliğini etkileyen birçok göstergede OECD ülkeleri ortalamasını yakalayabilmiş değil. Örneğin OECD ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de okullaşma oranlarında ve eğitimde geçirilen sürelerde tutarlı bir artış görülmektedir. Ancak yine de OECD ortalamasında eğitime tam katılım aralığı 4-17 iken; Türkiye’de ise bu aralık 6-15 yaşa (10 yıl) karşılık gelmekte ve zorunlu eğitim süresinin altında kalmaktadır (OECD, 2020). Bunun yanı sıra, Türkiye’de öğretim programlarında bireysel öğrenme ihtiyaçlarına ve özelliklerine artan bir vurgudan söz edilebilir. Ancak genel olarak eğitim öğretim süreçleri ve ölçme değerlendirme boyutlarında öğrencilerin bireysel ihtiyaç ve özelliklerinin öğrenme sürecine yansıması sınırlı olabilmektedir.

Öğrenme esnekliğinin ve bireysel öğrenme ihtiyaçlarına uygun tercihlerin daha da genişletilebilmesi zamanla mümkün olabilir. Diğer taraftan, eğitim sistemlerinde yerel birimlerin yetki ve hareket alanını artırmaya yönelik bir eğilim bulunmaktadır. COVID-19 krizi Türkiye’de bütün eğitim öğretim süreçlerini merkezden, her bölge ve her öğrenciye aynı kararların uygulanmasını gerektiren ülke geneli kararlarla yürütmenin zorluğunu ve işlevselliğine ilişkin sıkıntıları daha iyi göstermiştir. Öyle ki yerel yönetimlerin ve okulların bu kriz sürecinde ihtiyaç ve özelliklerine uygun kararlar alıp hayata geçirmekte inisiyatif alanları sınırlı kalmıştır. Merkezi karar ve yönlendirmelere bağlı kalmak pek çok bölge ve okul için süreçte etkili adımların atılamamasına sebep olmuştur. Nitekim MEB tarafından yüz yüze eğitimin başlamasına ilişkin alınan kararlar kapsamında, “Köy ve benzeri seyrek nüfuslu yerleşim yerlerindeki ilkokullar, ortaokullar ile imam hatip ortaokullarının bütün sınıf seviyelerinde il hıfzıssıhha kurullarının il/ilçe millî eğitim müdürlükleriyle iş birliği içinde alacağı kararlar doğrultusunda derslerin tamamı yüz yüze eğitim yoluyla işlenecek. Birleştirilmiş sınıf uygulaması yapan ilkokulların tamamında dersler yüz yüze eğitimle verilecek.” kararı bu ihtiyaca yöneliktir (MEB, 2020) .

Hâlihazırda dijital dönüşümün de etkisiyle okul sistemleri ve öğretimdeki bazı eğilimlerin hızlandığı görülmekteydi. Bunun yanı sıra, 2020 yılında yaşadığımız salgın krizi nedeniyle ülkeler eğitim sistemlerini yüz yüze eğitimden uzaktan eğitime hızlı ve çok yönlü kararlarla taşımak durumunda kaldı. Bu zorlayıcı süreç birçok ülke için dijital yetersizlikleri ve öğrenciler arası eşitsizlikleri de daha görünür kıldı. Türkiye’de Mart ortasında görülen ilk vakanın ardından iki hafta sonra gibi kısa bir sürede okullarda yüz yüze eğitime ara verilerek eğitim öğretim süreci uzaktan öğrenme yoluyla sürdürülmeye başlandı. Dolayısıyla okulların dijital alt yapı yetersizlikleri, öğretmenlerin uzaktan öğrenme sürecine ilişkin hazırbulunuşlukları, öğrenciler arası uzaktan eğitime erişim ve imkân eşitsizlikleri, uygun uzaktan eğitim içeriklerinin oluşturulması gibi birçok sorun alanı daha görünür hale geldi. Bu açıdan dijital dönüşümün eğitimi tamamıyla uzaktan öğrenme platformlarına taşıyacağı düşüncesine dayanan “okul temelli öğrenmenin sonu senaryosu” Türkiye için kısa vadede gerçekleşebilir bir seçenek gibi görünmüyor.

COVID-19 salgınında ortaya çıkan zorlayıcı unsurlar yüz yüze eğitimin ve okullardaki öğrenme ortamının önemini bir kez daha hatırlattı. Bu anlamda salgın sürecinin de etkisiyle uzaktan öğrenme platformları okul eğitiminin bir alternatifi olmaktan çok tamamlayıcısı ve destekleyicisi olarak kabul gördü. Öyle ki, uzaktan eğitim yüz yüze eğitimin yerini alamaz düşüncesiyle salgın devam etmesine rağmen 2020-2021 yılı eğitim öğretim yılının başlamasıyla Türkiye’nin de dâhil olduğu birçok ülkede kademeli olarak yüz yüze eğitime geçiş kararları verilmektedir (UNESCO, 2020).

Sonuç olarak, küresel düzeyde eğitim sistemlerindeki mevcut eğilimleri izlemek ve ulusal görünümün bununla hangi noktalarda benzer ve farklı olduğunu anlamlandırmak politika yapıcılar için süreç yönetiminde daha etkili kararlar almayı sağlayabilir. Türkiye de dünya genelinde olduğu gibi salgın krizinden hayatın her alanında etkilendi. Salgın krizinin eğitimde yarattığı büyük tahribat göz ardı edilemez. Ancak bu etkiler eğitim sisteminin özellikle nitelik ve eşitlik bağlamlarında güçlendirilmesine yönelik tartışma zeminini destekleyebilir ve iyileştirici müdahaleleri hızlandırabilir.

Önerilen Popüler Yazılar