30 Ocak 2020 Perşembe

Ülkelerin ve Türkiye'nin Fikri Mülkiyet Stratejisi

Gelişmiş ülkelerde, özellikle bütün dünyayı etkisi altına alan makro düzeyde gelişmeler sonrasında fikri mülkiyet, birçok sanayide mikro düzeyde rekabet avantajı sağlayan önemli bir kaynak haline gelmiştir. “Rekabet avantajı” sağlamak üzere, “yenilik ve yaratıcılık”ı teşvik eden çerçevesi iyi çizilmiş dengeli bir fikri mülkiyet sistemine sahip olmak ülkeler açısından oldukça önem kazandı.

Yapılan inovasyonu, üretilen teknolojiyi, çıkarılan markayı koruyacak altyapıyı ve düzenlemeler ortaya koyulamadığında, Türkiye’yi ileri teknoloji ihracatçısı, küresel markaları olan bir ülke haline getirmenin mümkün olmadığını görüyoruz ki, “Bizden de Google’lar, Uber’ler, Apple’lar çıksın istiyorsak, markamıza, patentimize, teknolojimize, bilgimize, verimize sahip çıkmamız, çaldırmamamız lazım. Çünkü, dijitalleşme ile telif hakları da farklı boyut kazanıyor, bunun da gerisinde kalmamak önemli. Çünkü 21.asırda, bilgi en önemli güçtür. Bilgi, 21. yüzyılın petrolüdür. Aynı petrolde olduğu gibi; bulacaksın, çıkaracaksın, işleyeceksin, kullanacaksın, satacaksın. Bakın geçen ay, dünyanın en büyük seyahat şirketi olan, 178 yıllık Thomas Cook battı. 20 küsür yıllık booking.com veya hotels.com ise faaliyetini artırarak sürdürmeye devam ediyor, çünkü bilgiye hükmediyorlar. Bu yeni dünya, işte böyle bir şey. Teknolojik değişimi dikkate almazsanız, ayakta kalamıyorsun. Eski olanda direnip, yeniye adapte olamazsanız yok oluyorsun.”

Böyle bir sisteminin etkili bir şekilde oluşturulması, geliştirilmesi, yönetilmesi, teşvik edilmesi ve kolaylaştırılması amacıyla hedef ve öncelikler belirlenmeli ve çeşitli tedbirler ortaya konmalıdır. Söz konusu tedbirler ortaya konulurken, ülkelerin, beşerî sermayeleri, gelişmişlik düzeyleri, üniversite, araştırma enstitüleri, sosyoekonomik ve kültürel yapıları ve girişimcilik gibi farklı özellikleri olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Bu nedenle, kalkınma önceliklerinin ve hedeflerinin de ülkeden ülkeye farklılık göstereceği ve ülkelerin ulusal fikri mülkiyet stratejilerinin bu doğrultuda değişeceği aşikardır.

Ulusal bir fikri mülkiyet stratejisinin çoğu yönü, büyük ölçüde, ülkelerin uymak zorunda oldukları uluslararası ve bölgesel anlaşmalar tarafından belirlenmektedir. Ancak, başarılı bir stratejinin sadece dışardan gelen bir dayatma ile yürütülmesi ve bu şekilde başarılı olması mümkün değildir. Ülkeler sadece kendileri, kendi ihtiyaçlarını ve koşullarını karşılamak üzere eksiksiz bir strateji tasarlayabilir, gerçekçi bir şekilde nelerin başarılabileceğine dair doğru tahminlerde bulunabilir, doğru kaynakları tahsis edebilir ve ardından stratejiyi uygulamak üzere pratik adımlar atabilir.

Başarılı fikri mülkiyet stratejisi uygulamalarına örnek olarak gösterilen ülkelerden biri, 2014 yılından bu yana fikri mülkiyet varlıklarının korunması göstergesinde Dünya Ekonomik Forumunun Küresel Rekabet Endeksi sıralamasında ilk beş ülke arasında yer alan, Singapur’dur. Bilgi ekonomisi haline gelme yolculuğunda fikri mülkiyetin kritik rolünün farkına varan Singapur, yaratıcılık, yenilik ve Ar-Ge konusundaki yeteneklerini geliştirmek üzere çeşitli atılımlar gerçekleştirmiştir. Ayrıca, fikri mülkiyet varlıklarının, ülkenin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunacak iş varlıklarına çevrilmesini sağlamak amacıyla; özel sektörü, sanayicileri ve uzmanları bir araya getirmiştir. Öte yandan, fikri mülkiyet varlıklarının yaratımı, kullanımı, koruması ve yönetimi alanlarındaki bilgi ve yetenekleri geliştirmek ve genişletmek için çok çeşitli çalışmalar yürütmeye devam etmektedir. Küresel Fikri Mülkiyet Merkezi tarafından yayınlanan yıllık uluslararası Fikri Mülkiyet Endeksleri (GIPC), Singapur'un fikri mülkiyet alanında yasal, düzenleyici ve idari gücünü dünyanın en iyileri arasında göstermiştir.

Başarılı dünya uygulamalarından bir diğeri Güney Kore’dir. Güney Kore’de fikri mülkiyet sistemin gelişim evreleri 3 aşamada incelenmektedir. İlk aşama olarak adlandırılan dönem Kore’de yerli teknoloji geliştirme faaliyetlerinin teşvik edildiği istikrarlı bir ülke haline geldiği dönemdir. Yerleşim dönemi olarak adlandırılan Kore’nin ikinci dönem, teknolojik kapasitenin hızla gelişmesiyle birlikte küresel standartları karşılamak için fikri mülkiyet sisteminin daha da geliştiği ve güçlendirildiği dönem olmuştur. İlerleme dönemi olarak adlandırılan üçüncü ve son dönem, ülkenin fikri mülkiyet sisteminin aktif olarak uygulanması için stratejik politikalar geliştirilmesi aşamasıdır. Bu dönem, Kore’nin fikri mülkiyet sistemini, 1985 tarihli ABD Ticaret Kanununun 301. Bölümü ve TRIPs gibi uluslararası anlaşmaların getirdiği yükümlülüklere bir cevap olarak geliştirdiği bir dönem olmuştur. Güney Kore 1998 yılında yaşanan ve kalkınma sürecini kesintiye uğratan finansal kriz sonrasında, bilgi toplumu olma hedefine yönelmiştir. Özellikle teknolojik yetkinliğe ulaşma ve bu teknolojik yetkinlikle dünya çapında rekabetçi ürünler üretebilme yeteneğinin artmasıyla Kore, ekonomik kalkınmasında fikri mülkiyet haklarının önemini fark etmiş ve fikri mülkiyet sistemini daha da güçlendirmeye çalıştığı görülmüştür.

Japonya 18. yüzyılın ikinci yarısında başlayan modernleşme çabalarını hızlandırmak amacıyla 1885 yılında Patent Tekel Kanunu’nu yürürlüğe koymuştur. Ülkemizde 1879’da yürürlüğe giren İhtira Beratı Kanunu’nun yürürlüğe girmesinde 6 yıl sonra atılan bu adımın ardından Japonya, patent sistemindeki iyileştirmelere sürekli bir şekilde devam etmiştir. Japonya’nın 1990’lı yıllarda başlayan ve “Kayıp On Yıl” olarak adlandırılan ekonomik buhran dönemi, ülkenin ekonomisiyle doğrudan ilgili bir süreç olduğundan aynı zamanda fikri mülkiyet hakları ile ilgili bazı çıkarımların yapılabilmesini mümkün kılmıştır. Çoğu kaynağa göre, Japonya'yı bu ekonomik durgunluk döneminden kurtaran adım, hükümetin en temel politikalarından biri olan "en iyi fikri mülkiyet temelli ulus" ulusal stratejisinin oluşturulması ve uygulanması olmuştur. Nitekim derin bir durgunluk yaşadıktan sonra Japon hükümeti fikri mülkiyet varlıklarının etkin bir şekilde korunmasının uluslararası rekabet gücünün kazanılmasına yardımcı olacağını fark etmiştir. Küresel pazarda yer alan ulusal şirketlerin uluslararası alanda rekabet gücünü arttırmalarına yönelik destekleyici politikalar geliştirmiştir.

ABD’de günümüzden 230 yıl önce fikri hakların ve fikri hak sahiplerinin korunmasına ilişkin esasların anayasal düzeyde belirlenmesi, ABD’nin bugün itibariyle dünyanın en önde gelen gücü olması, teknolojik ve ekonomik güce bağlı olarak uluslararası politikada da lider olması sonucunu doğurmuştur. Fikri mülkiyetin, 1970-1980'lerde ABD ekonomisinin çok önemli bir bileşeni olması aynı zamanda uluslararası bir ticaret politikası haline gelmesini sağlamıştır. Özellikle rekabet avantajına sahip ABD fikri mülkiyet varlıkları, yurtdışı pazarlarda giderek daha fazla talep edilmeye başlanmıştı. Bunun üzerine, ABD, fikri mülkiyet hak ihlallerini engellemek üzere bir strateji geliştirmeyi hedeflemiştir. Ancak, 1948 yılında uluslararası ticaretin serbestleştirilmesi amacıyla yürürlüğe giren GATT (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması), fikri mülkiyet haklarının korunmasında yeterince etkin olamamıştır. Bu nedenle, ABD’nin diğer ülkelerdeki yetersiz fikri mülkiyet koruması ile başa çıkmaya çalıştığı tek platform WIPO olmuştur.

Ancak, söz konusu ülkeler WIPO'nun yönetiminde olan uluslararası anlaşmalara üye değillerdi. Bunun sonucu olarak, ABD, fikri mülkiyet hak ihlalleriyle başa çıkabilmek için “tek taraflı yaptırım” tehdidini kullanmıştır. Bu bağlamda yasal araç olarak kullanılan en önemli iki madde 1930 Tarihli Gümrük Vergileri Kanunu’nun 337. Bölümü ve 1974 Ticaret Kanunu’nun 301. Maddesidir. 1930 Tarihli Gümrük Vergileri Kanunu’nun 337. Bölümü: Bu hüküm, Amerikan Uluslararası Ticaret Komisyonu’na, USITC, ithalatı yapılan ürünlerin ABD Fikri Mülkiyet Haklarını ihlal edip etmediği konusunda soruşturma başlatma ve ihlal tespit ettiği durumlarda yaptırımda bulunma yetkisi tanımaktadır. 1974 Ticaret Kanunu’nun 301. Maddesi: Devlet başkanına, ülkenin sanayi kuruluşlarını diğer ülkelerin 'adil olmayan' ticari uygulamalarından korumak için söz konusu ülkelere tek taraflı vergi uygulama ve ticari kısıtlamalar getirme yetkisi vermektedir. Çok sayıda çalışma, ABD’nin ekonomik kalkınmasında fikri mülkiyetin önemli rolünü ortaya koymuştur. Ayrıca, USPTO tarafından ortaya konan rapor, fikri mülkiyet yoğun sektörlerin ABD ekonomisinin önemli, ayrılmaz ve büyüyen bir parçası olmaya devam ettiğini göstermektedir. WIPO tarafından yayınlanan istatistiklere göre ABD 2017 yılında 606.956 patent başvurusuyla dünyada ikinci sırada yer almaktadır (Şekil 1).

Şekil 1. Dünyadaki Patent Başvurularının Dağılım Oranı (2017)

1871 yılında çıkarılan ve Alamet-i Farika Nizamnamesi olarak bilinen Fabrika Ma’mulâtıyla Eşya-yı Ticariyeye Mahsus Alamet-i Farikalara Dair Nizamname ve 1879 tarihli İhtira Beratı Kanunu, Türkiye’de sınai mülkiyet haklarıyla ilgili ilk yasal düzenlemeler olmuştur. O yıllarda bu konularda çağdaşları ile hemen hemen aynı seviyede yer almasına rağmen Türkiye, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerindeki karışıklıklar, sanayi inkılabında geç kalınması, savaşların ağır yükleri gibi sebeplerle ekonomik ve teknolojik açıdan çağdaşlarından oldukça geride kalmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında çeşitli sınai kalkınma planları hazırlanmıştır ancak gerek ulusal gerekse uluslararası alanda olumsuz siyasi ve ekonomik gelişmeler sebebiyle istenilen sonuca ulaşılamamıştır. Türkiye’nin yakın tarihinde sınai mülkiyet haklarını düzenleyen mevzuat, 1995 yılında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerden oluşmuştur. Bu tarihten itibaren fikri mülkiyet sisteminin dünya standartlarına uygun hale getirilmesi hususunda önemli adımlar atılmış ve fikri mülkiyet alanındaki gelişmelerin ivme kazanması sağlanmıştır. Bu sayede, 1995 yılında 170 olan yerli patent başvuru sayısı büyük artış göstererek 2017 yılında 51 katına çıkmıştır (Şekil 2).

Şekil 2. Türkiye’de Patent Başvurularının Yıllara Göre Dağılımı (1995-2017

2017 yılında dünyada en fazla PCT başvurusu yapan ülkelerin başvuru sayıları dikkate alındığında Türkiye’nin ilk 20 ülke arasına girmiş olduğu görülmektedir. Patent İşbirliği Anlaşması (PCT), başvuru sahiplerinin, tek bir PCT uluslararası başvurusu yaparak, çok sayıda ülkede eş zamanlı olarak bir buluş için patent korumasına izin vermektedir. Buna göre Türkiye’de yapılan PCT başvuru sayılarının zaman içerisindeki artışı Türkiye’nin önemli bir pazar olarak görülmesi, Ar-Ge çalışmalarının artması ve ekonomik açıdan bir gelişim anlamına gelmektedir.

Günümüzde uluslararası anlaşmalarla uyumlu bir yasal altyapıya sahip olan fikri mülkiyet sistemimizde hakların korunması ve kullanılması için etkin, yaygın ve toplumca benimsenmiş bir fikri mülkiyet hakları sistemi oluşturularak, fikri mülkiyet haklarının ve bu haklara konu ürünlerin kalkınma sürecine katkısının artırılması hedeflenmiştir. Bu kapsamda teknoloji transfer ve yenilik merkezleri kurulmuş, fikri mülkiyet haklarının ticarileştirilmesi konusunda mekanizmalar oluşturulmuş ve çeşitli teşvik sistemleri geliştirilmiştir. Bu süreçte, en önemli gelişmelerden biri, Türkiye’nin Dünya Fikri Mülkiyet Teşkilatı nezdinde Uluslararası Patent Araştırma ve İnceleme Otoritesi olmasıdır.

Şekil 3. Ülkelere Göre PCT Başvuru Sayıları (2017

Fikri mülkiyet sistemlerini geliştirmiş ve küresel rekabetçilikte söz sahibi ülke örnekleri incelendiğinde görülmektedir ki, her ülke kendi ekonomik, toplumsal ve çevresel faktörlerini göz önünde bulundurmuş, mevcut durum analizini yapmış ve bu çerçevede geliştirebileceği alanları belirlemiştir. Sürdürülebilir bir kalkınmanın öncelikleri arasında maddi olmayan varlıkların yerini kavranmış ve bu doğrultuda hareket edilmiştir. Süreçler ve hizmetler değerlendirilirken, çok çeşitli aşamalarda başarısız olabilmiş ve oluşturdukları ulusal strateji ve politikalarını bu şekilde geliştirmiş ve değiştirmişlerdir. Bu amaç doğrultusunda ilk yapılması gerekenin ülke ihtiyaçlarının iyi analiz edilmesi olduğu ortaya çıkmaktadır. Çoğu kaynak tarafından Kore, geçmiş dönemde farklı alanlarda benzerlikler göstermesi sebebiyle Türkiye ile karşılaştırılmıştır. 1970’li yıllarda kalkınma açısından bakıldığında Türkiye’nin epey gerisinde olan Kore, 1980’li yıllarda Türkiye’yi yakalamış ve 2000’li yıllardan beri gerçekleştirdiği büyük atılımlar ile gelişmekte olan ülke konumundan gelişmiş ülke konumuna gelmiştir.

Jeopolitik konumu, genç ve dinamik nüfusu, ihracata ve iç pazara dönük şirket dengeleri, güçlü kaynak ve pazar avantajı ve ayrıca doğal zenginlikler bakımından Türkiye kadar avantajlı olmamasına rağmen Kore’nin başarısı eğitime, Ar-Ge’ye, inovasyona yapılan yatırımlara ve kalkınmacı devlet politikasına bağlanmaktadır. Ayrıca sektörel önceliklere dayalı sanayi politikası, seçilen sektörlerin iç ve dış piyasalarda etkin bir şekilde korunması da birer etkendir.

Fikri Mülkiyet Stratejileri açısından değerlendirildiğinde, Türkiye’nin fikri mülkiyet hakları konusunda toplum nezdinde bilinirliğini artırma, farkındalık oluşturma ve bilgilendirme faaliyetleri üzerine yoğunlaştığı görülmektedir. Fikri mülkiyet alanında gelişimini sürdüren ülkelerden biri olan Türkiye, fikri mülkiyet haklarının ticarileştirilmesi konusunda mevcut mekanizmaların etkinliğini artırmak üzere çeşitli politika ve hedefler belirlemiştir. Belirlenen politikalar ve sayısal hedefler kapsamında önemli gelişmeler kaydedildiği ve fikri mülkiyet haklarının korunmasıyla ilgili kamu kuruluşlarının beşerî ve kurumsal kapasitelerinde önemli derecede artış sağlandığı görülmektedir.

Fikri Mülkiyet Haklarının Ekonomik Politikalara Yansımaları
İnsan zekasının ürünü olarak gerçekleşen her türlü gayri maddi varlık, fikri mülkiyet olarak tanımlanır. Fikri Mülkiyet, ülkelerin öncelikle teknolojik ilerlemelerini, sonrasında uluslararası ticari ilişkilerini, yatırım kararlarını ve tüm bunların sonucu olarak da ekonomik büyümelerini etkileyen önemli bir unsurdur.

Entelektüel sermaye, sadece patentler, markalar ve telif hakları gibi soyut varlıklar değil, daha yüksek değerli varlıklar üretmek için şekillendirilmiş, elde edilmiş ve güçlendirilmiş entelektüel maddelerdir. (Klein ve Prusak,1994) Günümüzde entelektüel sermaye büyük şirketlerin çoğunun değerini ifade eder. 2009'da ABD'de de yapılan bir araştırmada çeşitli endüstrilerde entelektüel sermayenin firmaların toplam piyasa değerinin % 44'ünü oluşturduğu görülmüştür.

Fikri mülkiyet hakları koruma sisteminin iki temel ekonomik hedefi vardır. Birincisi, yeni geliştirilen teknolojileri, malları ve hizmetleri kullanmak ve satmak için özel haklar oluşturarak işletmeyi yeni yatırımlara teşvik etmektir. İkincisi, hak sahiplerinin buluşlarını ve fikirlerini piyasaya sürmelerini teşvik ederek yeni bilginin yaygınlaşmasını sağlamaktır.

Fikri mülkiyetin küresel rekabet açısından öneminin giderek arttığı ve bu durumun devam edeceği görülüyor. Gelişmiş ülkeler olanakları ve birikimleri çerçevesinde kaynaklarını yeni fikri ürünlerin geliştirilmesinin teşviki için kullanmakta, inovasyon politikaları geliştirmekte ve etkin fikri mülkiyet koruması sağlamak için çeşitli yasal ve idari düzenlemelere girişmektedirler.

Bu nedenle, fikri mülkiyet hakları koruması gelişmekte olan ülkelerde ekonomik politika oluşturmanın bir parçası olarak görülür. Bu eğilim, sadece çok taraflı anlaşmalar kapsamında yapılan uluslararası taahhütleri değil, aynı zamanda özel ilgi alanlarındaki özel sektör araştırma ve gelişmelerine olan artan güveni yansıtır. Örneğin, fikri mülkiyet hakları koruma politikaları, biyoteknolojideki gelişmelerin hızını ve odağını etkileyerek gelişmekte olan ülkelerdeki milyonlarca düşük gelirli çiftçinin yaşamını değiştirebilir.

Günümüzde artan teknolojik olanaklar, fikri ürünlerin uluslararası olarak hızla yayılmasını sağlar. Bunun yanında, hızlı ve kolay dosya transferi ve yüksek kaliteli kopyalama nedeniyle özellikle elektronik ortamda fikri mülkiyet haklarının korunması oldukça zorlaşır. Bu durum, ürünlerin yaratıcılarının, yaratıcı çabalarının karşılığını tam olarak alamamalarına neden olur ve yeni buluşların yapılmasının önüne geçer. Bu durum teknolojik ilerlemeyi olumsuz etkiler. Bu nedenlerden dolayı fikri mülkiyet haklarının korumasına verilen önem ülkelerin temel büyüme politikaları içerisinde önemli bir yere sahiptir.

Bu konu Türkiye açısından değerlendirildiğinde, fikri mülkiyetin geliştirilmesine yönelik devlet ve özel sektör faaliyetlerinin sistemleştirilmesi ve uyumlu işleyecek şekilde bütünleştirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle, önce toplumda bilimsel ve yaratıcı düşünce faaliyetinin geliştirilmesine yönelik çalışmalara girilmesi, üniversitelerdeki bilimsel faaliyetlerin proje odaklı ve uygulamaya yönelik hale getirilmesi, üniversitelerle sanayi arasında etkin bir iletişim ve iş birliğinin kurulması ve sağlık, enerji, tarım ve savunma gibi kritik sektörlerde devletin yönlendiriciliğinde özel sektör Ar-Ge faaliyetleri teşvikleri yapılmalıdır. Bu adımlar atılmadığı takdirde, Türkiye fikri mülkiyet birikimini bir küresel rekabet avantajı olarak kullanamayabilir.

Önerilen Popüler Yazılar