31 Ağustos 2021 Salı

Su Altından Kıymetlidir

Son dönemde azalan yağışlar ve özellikle İstanbul’u besleyen barajlardaki doluluk oranlarındaki düşüşlerle birlikte kuraklık tekrar gündemimize girmeye başladı.

Aslında kuraklık kavramı yaşadığımız coğrafyada aklımızdan hiç çıkmaması gereken bir konu, çünkü ülkemiz yeterince yağış almıyor. Üstüne üstlük bir de hızla artan bir nüfusumuz var.

Eğitim hayatımız boyunca iki kavramı bolca duyduk: Suyu bol bir ülkeyiz ve tarımda kendisine yetebilen az sayıda ülkeden biriyiz. Bu kavramların eğitim sistemimize sokulduğu zamanlar düşünüldüğünde bu iki kavram da çok yanlış değil. Gökten düşen yağış miktarı dönemsel olarak farklılık gösterse de son yüz yıl içerisinde bir sorunu yoktan var edecek kadar değişmedi.

Ancak cumhuriyetin ilk yıllarında 15 milyon olan nüfusumuz bugün 80 milyonu aşmış durumda. Bunun bize getirdiği önemli fark ise kişi başına düşen su miktarının neredeyse altıda birine düşmüş olması. Yani bundan yüz yıl önce suyumuz boldu, bugün ise su stresi yaşıyoruz. Bunun nedeni de suyun azalması değil bizim çoğalmış olmamız.

Bir diğer olgu da bizim oldukça dışımızda gelişen ve devletimizin tam da doğru tepkiyi veremediği küreselleşme olgusudur. Biz dünyanın başka bölgelerinin ihtiyaç duyduğu nesneleri burada daha kolay ve ucuza üretiriz, dünyanın geri kalanı da bizim ihtiyaç duyduğumuz nesneleri daha kolay ve ucuza üretir, sonra bu nesneleri birbirimize satarız. Aslında fikir olarak çok kötü gözükmese de konu gıda olduğunda küreselleşme ciddi sorunlara yol açabiliyor.

Dünyanın muhtaç olduğu ve bizden başka kimsenin sahip olmadığı bir kaynağa sahipsek kendi şartlarımızı öne sürerek gıda güvenliğini sağlayabiliriz, ama ne yazık ki şu anda o durumda değiliz. Küreselleşme de kendimizi besleyebilme becerimizi elimizden almış durumda. Bundan dolayı ülke politikasında atmamız gereken en önemli adım kendi toprağımızda kendimizi besleyebilecek ürünleri yetiştirebilmeyi sağlamaktır.
Türkiye’nin su ihtiyacı 25 yılda 3 kat artacak. En çarpıcı bulgularından biri ise  Türkiye’nin 25 su havzasından üçünün; Marmara, Küçük Menderes ve Asi’nin su fakiri; Meriç-Ergene Havzası’nın ise su kıtlığı sınırına gelmiş olması. Türkiye’de 81 milyon nüfus dikkate alındığında yıllık kişi başına düşen su miktarı yaklaşık 1.519 m3 iken, 2030 yılında nüfusun 85 milyon olacağı varsayımından, kişi başına düşen yıllık su miktarının 1.120 m3’e düşeceği öngörülüyor. Kullanılabilen su kaynakları potansiyeli azalırken, Türkiye'nin su tüketim ihtiyacının önümüzdeki 25 yılda 3 kat artacağı belirtiliyor.
Dünyada her sene kaynaklardan 3500 km3 su çekiliyor ve bu suyun sadece üçte biri verimli şekilde kullanılıyor. Kaynaklardan çekilen suyun neredeyse üçte ikisinden tarımda faydalanılıyor. Burada kolayca görebileceğimiz sorun, biz diş fırçalarken musluğu kapatsak da tarımda vahşi sulama yaptığımız müddetçe su stresimizin artacak olmasıdır.

Ayrıca ülkemizde tarımda kullanılan su miktarı da tarımsal üretim için gerekli olan mevsimlerde yeterli yağış alınıp alınmadığına bağlıdır. Çoğu bölgede üretilmesi planlanan ürünler sulama gerektirmektedir ve bu sulama miktarının azalan yağışlar sebebiyle artması doğaldır. Ülkemiz genelinde baktığımızda ise gerek yağış ile beslenen gerekse de sulama gerektiren tarımda kuraklık önemli risk faktörü olarak karşımıza çıkmaktadır.

Özellikle yağış ile beslenen tarımda ülkemizin neredeyse tamamı bir kuraklık riski altında bulunmaktadır. Bu risk tahmin edebileceğimiz üzere Orta Anadolu’da yoğunlaşmakta ancak Trakya, Güneydoğu Anadolu ve Doğu Karadeniz bölgeleri de orta-yüksek kuraklık riski kategorisinde değerlendiriliyor. Bu riskler üzerimize duraklamadan gelmekte olan iklim krizi ile birlikte çok daha fazla artacaktır.

İklim değişikliği düşen toplam yağış miktarını değiştirmese de yağış rejimini etkileyerek kurak dönemlerin uzayarak şiddetlenmesine ve bu dönemler sonundaki yoğun yağışların da artmasına neden olacaktır. Yoğun yağışların artması ise suyun toprağın altına inip bitkilerin köklerini beslemek yerine akışa geçerek zarar kaynağı olmasına neden olacaktır. 

Küresel iklim değişikliği ile birlikte şiddetlenen kuraklık, nüfus, tarım ve sanayinin artan su ihtiyaçları yüzünden Dünya’da alternatif su kaynakları ve yönetiminde arayışlar başladı. Özellikle yağmur sularının yollara ya da kanalizasyona akması artık kabul edilemez bir durumdur. Bunun için yağmur suyunun toplanması ve kullanılması için var olan politikalar geliştirilmeli ve biran önce uygulanmaya konmalıdır.

Türkiye'de kuraklık: Haritalar tehlikenin boyutları hakkında ne gösteriyor? Bu tehlike 2021 yılında dünyada ve Türkiye'de artık daha yakın bir tehdit haline geldi. 2021'in Türkiye'de kuraklık açısından pek iyi geçmeyeceğine dair ilk işaret ocak ayında NASA'dan gelmişti. Kurumun yeryüzünü uydu görüntüleriyle izleyip iklim ve çevre felaketlerini rapor eden Earth Observatory iki harita yayımladı. 13 Temmuz 2021'de meteoroloji Genel Müdürlüğü'nün yayımladığı haritalarda da manzara pek iç açıcı görünmüyordu. Son üç ayın ölçümlerinde, Türkiye'nin doğusu, Ege'nin güneyi, Aksaray olağanüstü kurak alanlar olarak işaretlendi. En son geçen haziranda yayımlanan haritalarla kıyasladığımızda Ülke genelinde olağanüstü kurak bölgelerin çok ciddi düzeyde arttığını gözlemlemek mümkün... Yani ülkenin neredeyse yarısı 'olağanüstü kurak'...

Sulamalı tarım yapılan bölgelerdeki kuraklık beklentisi de benzer bir dağılım göstermektedir. Burada sulamalı tarımda ülkemizin büyük kısımlarında yer altı suyu kullanıldığını ve yer altı suyunun sürdürülebilir bir kaynak olmadığını eklemek gerekiyor. Eğer sulamayı nehirlerden aldığımız suyla yapmıyorsak kısa vadede suyumuzun tükeneceğini unutmamamız gerekiyor. Bugün, özellikle Orta Anadolu’da kuyulardan çekilen suyla yapılan tarım sürdürülebilir değildir ve en kısa zamanda bölgenin geleceği için alternatif ürün desenlerine geçilmesi gerekmektedir.

Kuraklık sinsi bir sorundur. En fazla yağış aldığını düşündüğümüz bölgelerde bile değişen yağış rejimi tarımsal üretimi ciddi biçimde etkileme yetisi taşır. Mesela Doğu Karadeniz dediğimizde aklımıza asla kuraklık gelmese de bugün için çay üretiminde ciddi bir kuraklık riski bulunmaktadır. Doğu Karadeniz’deki 210 bin ton çay üretiminin %98.5’luk kısmı ülkenin diğer bölgelerinde olduğu gibi orta-yüksek kuraklık riski altındadır.

Bir diğer önemli hususta su sıkıntısının fazla olduğu bölgelerden başlanarak, kuraklığa dayanıklı kültür bitkilerinin tarımda kullanımı teşvik edilmeli, üretimini yaptığı en fazla gelir getiren ürün ile olan fark, ürün bazlı destek olarak üreticiye ödenmelidir. Bu kapsamda öncelikli olarak atıl vaziyette olan sulama kanallarının revizyonlarının yapılması, çiftçilerimizin modern sulama sistemlerine ekonomik olarak ulaşabilirliğinin artırılması, elektrik fiyatlarının düşürülmesi, ruhsatsız olan kuyulara bir kereye mahsus olmak üzere af getirilerek ruhsat verilmesi gerekiyor.”

Falkenmark İndeksi’ne göre; kişi başına asgari evsel su ihtiyacı günde 100 litre, tarım ve sanayi amaçlı su ihtiyacı ise günde 500-2000 l/gün olarak hesaplanmış. Eşik değer ise kişi başına yılda 1700 metreküp olarak belirlenirken, bu değerin altına düşüldüğü durumda su sıkıntısının yaşanmaya başlanacağı, 1000 metreküpün altında ise ülkenin su kıtlığı ile karşı karşıya geleceği, bu rakam yılda 500 metreküpün altına düştüğünde ise mutlak su kıtlığının yaşanılacağı belirtilmiştir.

Ancak Gürcistan sınırına yakın ve çok kısıtlı bir bölgede bu risk orta seviyeye düşmektedir. Bu nedenle su konusunda artık rahatça yerimizde oturabilmemiz mümkün değildir. Su çok kıymetli bir kaynaktır ve besin üretiminin temelini oluşturmaktadır. Sürdürülebilir bir gelecekte önemli açlık sorunları ile karşılaşmak istemiyorsak suyumuza sahip çıkmak zorundayız.

Not: Bu yazıdaki verilerin tamamı World Resources Institute (WRI) tarafından sağlanmıştır.

Önerilen Popüler Yazılar