23 Mayıs 2015 Cumartesi

Mutluluk bir kader değil, aslında bir seçimdir!

Avustralya’da yıllar boyunca evlerinde ölümü bekleyen hastalarla çalışan hemşire Bronnie Ware, emekli olduktan sonra deneyimlerinden yararlanarak yazdığı kitapta insanların hayatlarının son günlerinde en çok neye pişman olduğunu listeledi;

1. "Keşke başkalarının benden beklediği hayatı sürmek yerine düşlerimi gerçekleştirme cesaretim olsaydı." Ware’e göre insanlar, yaşamlarının sona erdiğinin farkına varıp geriye döndüklerinde düşledikleri şeylerin çok büyük bir kısmını gerçekleştirmediklerini görüyor ve pişman oluyor.

2. "Keşke bu kadar çok çalışmasaydım." Ware’e göre erkek hastaların büyük bir kısmı, işleri nedeniyle ailelerine ve dostlarına yeterince vakit ayıramadıkları için pişman oluyor. Ware, erkek hastaların büyük bir kısmının eğer bir şansları daha olsa dönüp çocuklarının kaçırdıkları anlarını yaşamak istediklerini gözlemlediğini belirtiyor.

3. "Keşke duygularımı dile getirmeye cesaretim olsaydı." Birçok insanın diğerleri ile ilişkilerini belirli bir düzeyde tutmak için duygularını bastırdığını söyleyen Ware, bastırılan duyguların insan sağlığı üzerinde son derece olumsuz etkileri olduğunu ileri sürüyor.

4. "Keşke arkadaşlarımla ilişkimi sürdürseydim." İnsanların kendi yaşamlarına çok fazla odaklanıp arkadaşlarıyla ilişkilerini yitirdiğini ancak bunu son günlerinde fark ettiğini söyleyen Ware, ölmekte olan insanların en çok eski arkadaşlarını özlediğini söyledi diyor.

5. "Keşke kendime daha çok mutlu olmak için izin verseydim." Çoğu insanın mutluluğun aslında bir seçim olduğunu ölüm anı gelene dek fark etmediğini söyleyen Ware, insanların rahat yaşamak uğruna eski alışkanlıklarına sıkı sıkıya bağlı kaldığını belirtiyor.. Alışkanlıklarından vazgeçmek istemeyen insanların değişme korkusu yaşadığını ve daha fazla mutlu olma şansını kendi kendilerine yok ettiğini belirten Ware, ölüm döşeğinde hastalarının "Keşke daha çok gülseydim, keşke aptalca şeyler yapmaktan bu kadar korkmasaydım" diyerek pişmanlıklarını dile getirdiğini sözlerine ekliyor.

Bu yazıyı okuduğumda düşünmeye başladım; acaba ben hangi "keşke"li cümleleri kullanacaktım o ayrılık vakti geldiğinde. Ve maalesef bunu düşünürken bazı pişmanlıkların soğuk rüzgarını etrafımda şimdiden başladım hissetmeye.

Tabii ki bilemeyiz serüvenimiz ne kadar sürer, nereye gider ama henüz sağlıklı iken, heyecanla hayatın koşturması içindeyken neden fark edip de "keşke"leri "iyiki"lere çeviremiyoruz. Böyle hikayeler anlatıldığında hep bizden uzakmış ya da bize hiç olmazmış gibi gelir ama hemşire Bronnie Ware'in baktığı hastalar da bir zamanlar bizler gibi hayat koşturmasında kaybolmuş yolculardı ve hatta belki onlar da henüz o koşturmanın içindeyken bu "keşke" hikayelerini dinlediler, duydular ama hep bir kenara koydular. 

Ve zaman gelip çattığında "keşke" kelimesi onların da dudaklarından, belki de üzgün yüreklerinden dökülüverdi. Bakın Fransız yazar François de La Roche foucauld ne diyor;  "İnsanların mutlulukları yada mutsuzlukları, talihin olduğu kadar kendi karakterlerinin de eseridir". Yani "keşke"yi hayatımıza katan da biziz, çıkaracak olan da yine biziz! Hiçbirşey için geç değil! Herşey bizim istememizle biranda değişebilir. Tıpkı Ware'in dediği gibi; mutluluk aslında bir seçimdir!

Öyleyse; haydi alın elinize kağıt kalemi, yapın kendinize pişmanlık listenizi ve hemen karşısına yazın onu nasıl "iyiki"ye çevireceğinizi. Unutmayın, her şey önce sizinle, yüreğinizle ve yaptığınız şeye inancınızla başlar!

12 Mayıs 2015 Salı

Mükemmeli, mükemmel yapan şey nedir biliyor musunuz? Ufak, tefek şeyler!

Başarılı isimler, “ufak tefek şeylerle geçen günlerden nefret edenler” değil, o “ufak tefek şeyleri” geliştirmek için büyük bir dikkatle çalışanlardır...!

Bir gün ressam Michelangelo atölyesine gelen bir ziyaretçiye yapmakta olduğu bir heykel üzerinde neler yaptığını açıklar. Bunu yaparken, “Bu tarafı biraz rötüşledim, şu tarafı parlattım, yüzünü azıcık yumuşattım, buradaki kasları biraz daha belirginleştirdim, dudağa biraz ifade kattım, şu parçaya da biraz enerji ekledim...” gibi ayrıntılardan bahseder.

Ziyaretçi, “Fakat bunlar ufak tefek şeyler, ben bu muhteşem eserinizi, heykeli nasıl yaptığınızı merak ediyorum” deyince, Michelangelo şu cevabı verir; “İşte zaten bende onu size anlatıyorum. Bir bütünü meydana getiren şey, küçük detaylarıdır. Ve unutmayın; bir şeyi mükkemel yapan da bu detaylar, “ufak, tefek” şeylerdir. Fakat mükemmellik “ufak, tefek” bir şey değildir...!

İtalyan rönesans dönemi ressamı, heykeltıraş, mimar ve şair Michelangelo’yu işte dünyanın en önemli ve ünlü sanatçısı yapan bu “ufak, tefek” şeyler olmuştur. Yaptığı eserlerdeki o döneme ait kusursuzluk halen pek çok sanatçının başaramadığı, taklit edilemez büyük bir ustalıktır.

Hayat o kadar hızlı akıyorki bazen detaylar bizi adeta boğabiliyor veya bazen de sadece detaylar içinde kaybolup gidebiliyoruz. Belki o an yoğunluktan “ufak, tefek şeylere vaktim yok” diyebiliyoruz ama unutmayalım; “bütünü oluşturan her zaman onun küçük parçalarıdır!"

“Ana yollar sizi merkeze ulaştırır ama vardığınız yer hakkında bilgi vermez. Ara yollardan gidenlerse heryeri görerek ve bilerek  merkeze ulaşırlar” diyor eski bir söz. Hepimiz başarılı olmak istiyoruz, hepimiz doğru ve güzel şeyler ortaya koymak istiyoruz. Peki bizi bundan alıkoyan şey nedir? Acaba biran önce sonuca ulaşma arzusu ve bu arzudan dolayı "ufak, tefek şeyleri" göz ardı etmek olabilir mi, ne dersiniz?

Haydi gelin bir daha deniyelim; Ressam Michelangelo gibi yaptığımız her şeyde “ufak, tefek şeyleri" bu sefer dikkatle, sevgiyle ve gerektiği gibi irdeleyelim. Başarıyı ve mükkemelliği bu sefer yaptığımız işe biz  davet edelim. Amacımız sadece sonuca ulaşmak olmasın, “ufak, tefek şeyleriyle" birlikte bir bütün olarak mükemmel ve başarılı sonuca ulaşmak olsun.

3 Mayıs 2015 Pazar

Bana 1 saatini ayırır mısın?

Adam yorgun argın eve döndüğünde 5 yaşındaki oğlunu kapının önünde beklerken bulur.  Çocuk hemen atılarak: "Baba! bir saatte ne kadar para kazanıyorsun?" diye sorar.

Gün boyunca olur olmaz insanlarla ve işlerle uğraşan yorgun baba sinirli bir şekilde:

"Boş versene sen bunları" diye oğluna çıkışır. Fakat oğlunun:

"Baba lütfen ama, bu çok önemli!" diye ısrar etmesi üzerine oğlunu başından savabilme ümidiyle "20 TL olması lazım" diye kestirip atar.

Bunun üzerine çocuk; "Bana 5 TL lira borç verir misin baba?" diye sorar.

İyice sinirlenen baba; "Oğlum bak çok yorgunum ve şu an senin saçma oyunlarınla uğraşacak vaktim ve enerjim yok, tamam mı?" diyerek oğlunu tersler.

Üzülen çocuk sessizce odasına çekilip, kapısını kapatır. Bir saat sonra sakinleşmiş olan baba oğluna karşı yapmış olduğu hatayı anlayıp "belki de gerçekten o paraya ihtiyacı vardı" düşüncesiyle çocuğun odasına çıkar.

"Biraz önce o kadar sert olduğum için kusura bakma, ama çok yorgun bir gün geçirdim, beni anlayışla karşıla tamam mı? Gel, al bakalım 5 liranı..." der.

Çocuk sevinç içinde bağırarak; "Teşekkürler baba" der ve yastığının altından bir miktar para çıkarıp paraları saymaya başlar. Bunu gören baba;

"Madem bu kadar paran vardı, niye bir daha para istiyorsun?" diye sertçe çıkışır yeniden.

Çocuk, avucundaki tüm paraları paraları babasına uzatarak, mahçup bir sesle;

"Yeterince yoktu ama babacığım. İşte, al, tam 20 TL. Şimdi senden rica etsem bana bir saatini ayırırmısın?..."

Hayat çılgın hızıyla akmaya devam ederken, bizler oraya, buraya koştururken fark etmeden kaçırdığımız ne çok şey var, hiç düşündünüz mü? Nice dostlar, nice sevgiler,nice anlar...

Gelin, bu güzel hikaye bir vesile olsun, bu haftasonunu unuttuğunuz ya da zaman bulamadığınız o sevdiklerinize ayırın. Bırakın o anlar size hasret kaldığınız keyif ve mutluluğu yaşatsın…

Önerilen Popüler Yazılar