25 Temmuz 2014 Cuma

Mutluluk zincirinin ilk halkası "SİZ" olabilirsiniz...


Sabah okula giden küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümser.

Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine neden olur. Adam bu hal içinde yakın bir geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırlar. Hemen bir not yazar ve yollar.

Arkadaşı, bu mektup eline geçtiğinde o kadar mutlu olur ki, mektubu okuduğu lokantadaki garson kıza çok yüklü bir bahşiş bırakır.

Garson kız, hayatında ilk defa bu kadar yüklü bir bahşiş alıyordur. Akşam eve giderken, köşede aç olduğu belli olan fakir adamı görünce aldığı bahşişin bir kısmıyla ona yiyecek alır.

3 gündür boğazından bir şey geçmemiş olan Fakir adam, öyle minnettar olur ki, karnını doyurduktan sonra, neşeyle bir apartmanın bodrumundaki tek kişilik odasının yolunu tutar.

Yolda bir saçak altında titreyen köpek yavrusunu görür, içi elvermez, sevgiyle kucağına alıp, yavruyu ısıtır ve yanına alır.

Küçük köpek, gecenin soğuğundan kurtulduğu ve başını okşayan sevgi dolu  bir el olduğu için çok mutlu olur.

Gece yarısından sonra tüm apartmanı birden duman sarar. Bir şeylerin ters gittiğini hisseden köpekçik çılgınlar gibi havlamaya başlar. Önce fakir adam uyanır. Sonra bütün apartmandaki insanlar. Ve apartmanda oturan herkes yangın ve duman her yeri sarmadan hızlıca apartmandan uzaklaşırlar ve böylece herkes kurtulur.

Ve bütün bu yüreklere konan büyü, güzellikler zinciri, maliyeti sıfır olan, sevgi dolu içten bir TEBESSÜMLE başlar!

Ya sevgi dolu yüreğinizden bir tebessümle mutluluğu, anlayışı, hoşgörüyü  ya da kızgınlık ve öfkenizden kocaman bir ateş çemberini yayıp, büyük bir yangını da başlatabilirsiniz, karar sizin! Ama unutmayın hepimiz kapalı bir kutu içinde aynı yolun yolcusuyuz, neyi ekeceksek hep beraber onu biçeceğiz.

Nasıl bir hayat, nasıl bir dünya istiyorsak onun tohumlarını önce kendi bahçemize ekmemiz gerekir. Sevgi ve saygı dolu mutlu bir dünya istiyorsak sevgi ve anlayışla kucak açmayı ve gülümsemeyi, eğer cehenneme dönmüş, mutsuz hayatlar istiyorsak da içimizdeki tüm kızgınlık ve öfkeleri yayarak, sınırlar koyarak yaşamayı, ilk kendimizde başlayıp yaratabiliriz. 

Siz hiç gül tohumundan elma ağacı çıktığını gördünüz mü? Bahçemizi misler gibi kokan, göreni mest ve aşık eden, herkese kucak açan gül bahçesi yapmak istiyorsak işte buyurun ekmemiz gereken tohum şudur;  biraz sevgi, biraz saygı, biraz anlayış, biraz bilgi. Ve son ama en önemli şey; bu tohumları biz ekmeliyiz kendi bahçemize kendi beceri ve bilgimizle ve bizzat kendi ellerimizle, başkası değil. Çünkü unutmayın; burası başkasının bizim için yaptığı gül bahçesi değil, burası bizim kendi bahçemiz...

22 Temmuz 2014 Salı

100. damla olmak...


Hiç düşündünüz mü? Aynı ev, aynı mahalle, aynı çevre, aynı toplum içinde ne çok etkiliyoruz aslında birbirimizive hatta fark etmeden ne büyük rezonanslar yaratıyor,  küçük çevremizdeki etkileşimi çok daha büyük alanlara yayıyoruz.

Bilim insanları bu etkileşimi merak etmiş, pek çok araştırmanın dikkat noktası olmuş ve sonuçta üzerinde düşünülmesi gereken çok önemli sonuçlar elde edilmiş. İşte bu araştırmalardan bir tanesi "The Hundredth Monkey" yani "Yüzüncü Maymun" isimli kitapta Macaca Fuscata denilen bir maymun türü üzerinde yapılmış 30 yıllık bilimsel bir araştırma projesinde geçer; 

1952'de Koshima Adası'nda bilim insanları maymunların beslenmesi için kumların içine tatlı patates bırakırlar.  Adanın maymunları her ne kadar kumlu olmasından keyif almasalarda tatlı patatesi sevdikleri için kumlu da olsa tatlı patatesleri afiyetle yerler.

Bir gün, on sekiz aylık İmo isimli dişi maymun bu kum sorununa bir çözüm bulur, İmo, tatlı patatesleri en yakın su birikintisinde yıkayarak yemeyi akıl eder. Bu buluşunu annesine de öğretir, İmo'nun arkadaşları da patateslerini yıkayarak yemeyi öğrenir ve kendi annelerine de öğretirler. Bu yeni davranış biçimi bilim insanlarının gözleri önünde, yavaş yavaş maymunlar arasında yayılır.

Ama önce çocuklarını taklit ederek onlardan yeni bir şey öğrenen yetişkin maymunlar bu davranış biçimini öğrenir. Yeniliklere açık olmayan, çocuklar ve gençlerden de öğrenilebileceğini düşünmeyen, kendi bildiklerini tekrar eden yetişkin maymunlar ise kumlu patates yemeye devam ederler. 1958'in sonbaharında çok şaşırtıcı bir şey olur. Bir sabah, gün doğarken yüzüncü maymun da patateslerini yıkayanlar arasına katılır. İşte o an her şey değişir. Aynı günün akşamı, adadaki hemen hemen tüm maymunlar, patateslerini yemeden önce yıkamaya başlarlar. "Yüzüncü maymunun ilave enerjisi her nedense adada devrim yaratıyor" diye yorum yaparken bilim insanları daha da şaşırtıcı, sürpriz bir gelişme ile adeta şoke olurlar; bu adayla doğrudan bir ilişkileri olmayan diğer adalardaki maymun kolonileri de artık  patateslerini yıkayıp, yemeye başlarlar!

Bilim insanları her ne kadar adalar boyunca uzanan bir tür morfogenetik yapı ya da alanın varlığı nedeniyle maymunların aralarında iletişim kurduklarını ileri sürselerde sonraki yıllar insanlar üzerinde benzer çalışmalar yapılır ve bezer sonuçlar ve son yıllarda tartışılan Kuatum Teorisinin ana temeline ulaşılır. Kuantum Teorisine göre; bütünü oluşturan parçacıklar, birbirileri ve bütünün üstünde etkilidir. Yani maymunlar üzerine yapılan bilimsel çalışmadan yola çıkarak; yeni bir düşünce ve davranış tarzı, toplumları oluşturan fertlerin belirli bir oranı tarafından benimsendiği an, bu yenilik, mesafenin önemi olmaksızın zihinden zihne aktarılabiliyor yani bütüne, tüm insanlığa etki edebiliyor.

Şimdi bu bilimsel çalışma ile gelin bir kez daha düşünelim; Huzur istiyoruz, sevgi istiyoruz, saygı istiyoruz, daha medeni, daha bilgili, daha insancıl olmak ve böyle bir toplumda, dünyada yaşamak istiyoruz. Öyleyse, hani şu eskilerin dediği gibi "damlaya damlaya göl olur" misali, gerek kendi hayatımızda ve gerekse çevremizde özlem duyduğumuz bu değişimi yaratabilmek için 100. damla olmaya ne dersiniz?

8 Temmuz 2014 Salı

Her şey ‘bir kırık cam’la başlıyor...


Ama aklınıza gelebilecek her şey. Düzen, karmaşa... Nasıl mı?

Gelin önce Amerika Birleşik Devletleri'nin en karmaşık şehirlerindne biri olan New York'a gidelim. Bu karmaşık, suç oranının yüksek ve yaşanması zor şehir, New York’un efsanevi Belediye Başkanı Rudolph Giuliani ile adeta değişime uğruyor, suç oranı düşüyor, daha kaliteli bir yaşama kavuşuyor. Rudolph Giuliani'ye merakla bu zor başarının sırrı soruluyor. Kendisi; "herşey kırık bir camla başladı" diyor ve Philip Zimbardo'nun kırık cam teorisini anlatmaya başlıyor.

Zimbardo, suç ve suç eğilimleri üzerine çalışan Stanford’lu bir psikolog. Sıradan insanların bazı çevre koşulların değişmesiyle nasıl canavara dönüşebildiklerini araştırmış ve içinde bulunan ortamların insanları nasıl suça teşvik edebileceğini herkesin anlayabileceği şekilde gözler önüne sermiş. Yaptığı araştırmalarından biri ise ‘kırık cam teorisi’ olarak geçiyor.

Zimbardo, suç oranının yüksek olduğu, yoksul Bronx ve daha yüksek yaşam standardına sahip Palo Alto bölgelerine birer otomobil bırakır. Araçların plakası yoktur ve kaputları aralıktır. Bölgeleri gizli kamerayla izler. Bronx'ta, yani suç oranının yüksek olduğu bölgedeki otomobil üç gün içinde tamamen yağmalanır. Diğeri, yani daha yüksek yaşam standardına sahip bölgedeki otomobile bir hafta boyunca kimse dokunmaz. Ardından Zimbardo iki öğrencisi ile birlikte bu bölgeye gidip sağlam kalan otomobilin çekiçle kelebek camını kırarlar. Daha ilk darbe indirilir indirilmez çevredeki insanlarda birer birer olaya dahil olmaya başlarlar.

Değil günler, sadece birkaç saat içinde bu otomobil de kullanılmaz hale gelir. İşte, "Kırık cam teorisi" olarak isimlendirilen Zimbardo'nun  bu çalışması New York'un efsane Belediye Başkanı Giuliani'ya ilham olur; “Metruk bir bina düşünün. Binanın camlarından sadece biri kırık olsa bile, o camı hemen tamir ettirmezseniz, yoldan geçen herkes bir taş atıp binanın tüm camlarını kırmaya başlar. Ben, ‘ilk’ cam kırıldığında hemen tamir ettirdim. Bir elektrik direğinin dibine ya da binanın önüne biri, çöp bıraksın mesela. O çöpü hemen kaldırmazsanız herkes çöpünü oraya bırakır ve kıza zamanda çöplük haline dönüşür bu bölge. İlk çöp torbasını hemen kaldırttım...” şeklinde açıklama yapar Giuliani.

Bunu fark eden  New York polisi de, önce küçük suçların peşine düşmüş. Metroya bilet almadan binenleri, apartman girişlerini tuvalet olarak kullananları, kamu malına zarar verenleri, hatta içki şişelerini yola atanları bile yakalayıp haklarında işlem yapmış. Ve zaman içinde New York çok daha kaliteli, yaşanır bir yere dönüşmüş.

Bu çalışmanın aslında hepimizin hayatlarında bir örneği yok mu? O "masum ilk"ler, ilk söylenen yalanlar, ilk aldatmalar, ilk vurdumduymazlıklar...  sonra pişmanlıklarımız olmadılar mı? Bir kartopu misali zamanla yığıla yığıla çığa dönüşüp, bizi de içine alıp, belirsizliğe sürüklemediler mi? Öyleyse...?
Bir şekilde kırılsa dahi, kırılanı hemen onarmayı sakın ihmal etmeyin. Unutmayın; herşey o "ilk cam kırığı" ile başlıyor. Ama aklına gelebilecek herşey!

Önerilen Popüler Yazılar