8 Ağustos 2020 Cumartesi

Herkes, Kendi İş Planını Yeniden Gözden Geçirmeli

Koronavirüs salgını ilk tahminlerden daha yaygın şekilde seyretmeye devam ediyor. Dolayısıyla yapılan hesaplar da değişiyor. Her gün meselenin bir başka yanını keşfediyor ve öğreniyoruz. 

Virüsü dikkate almadan ne günlük hayatımız ne de ekonomi ile ilgili karar almak mümkün olmuyor. Başlangıçta bir süre eve kapanmak, okulları ve iş yerlerini kapatmak ve sosyal izolasyonla vaka sayılarının azalacağı ve sonrasında virüsle birlikte yaşamaya başlanacağı bekleniyordu. Şimdilerdeyse meselenin bu kadar kolay atlatılamayacağı görüşü hakim.

Virüsle birlikte yaşamanın ilk başta beklendiği gibi kolay olmadığı görülüyor.

Şimdilerde vaka sayılarının azalmasının, virüsün gücünü kaybetmesi demek olmadığını öğreniyoruz. Ekonomiyi yeniden açmanın da ayrıca ciddi bir planlama ve risk analizi gerektiren bir süreç olduğunu öğreniyoruz. Kısacası virüsün gücünü kaybetmesi durumunda ekonominin yeniden açılması ve işlerin önceki haline dönme ihtimali eskisi gibi öne çıkmıyor.

Tüm bunlar, hastalıkla ilgili bir tedavi ve aşı bulunmadan virüsle yaşamanın kolay olmayacağını işaret ediyor. Bu da ticaret kanalları ile turizm gibi sosyal etkileşimi yüksek sektörlerde eskiye dönüşün umulduğu kadar hızla gerçekleşmeyebileceği anlamına geliyor. Herkesin kendi iş planını gözden geçirmesi gerektiği bir sürecin içindeyiz.

Bugüne kadar nereden girdi tedarik edip, kimlere neler satış yapılıyorsa, bu geçiş döneminde artık bu standart rutinin dışına çıkma ihtiyacı artacak. Şimdi herkesin salgın ihtimali düşünülmeden tasarlanmış ofisleri, üretim alanlarını yeniden organize edip, yeni mallar tasarlamaya başlaması, yeni tedarik yolları ve yeni pazarlar bulması gerekecek. Türkiye bu durumu yeni bir fırsata da çevirebilir. Zira rakamlarda gösteriyor ki eskiden yaptıklarımızı yapmaya devam ederek 10 bin dolar kişi başına gelirden 30 bin dolar kişi başı gelire yükselemiyoruz. 3 bin dolardan 10 bin dolara gelmek için yaptıklarımızla yetinirsek, aynı seviyede kalıyoruz. Dün mevcut iş planına kitlenmiş kalmış ve hatta bir miktar rehavet içindeydik. Bugünse artık yeni bir iş planı tasarlamak zorundayız. Geleneksel sektörlerimizi terk etmek değil, çağ atlatmak ve küresel değer zincirlerinde yer edinmek gerekiyor.

Küresel salgınının yarattığı atmosfer aynı zamanda pek çok ülkede hükümetlerin yanlış kararlar vermesine de neden oluyor.

Zira herkesi son derece hazırlıksız yakaladı. Bu nedenle küresel sistemin ve işleyişin unutulup, herkesin kendi evinin içine odaklandığı bir panik dönemi yaşadık. Kendi kendimize yeterli olmanın öne çıktığı bir nevi 1930’ların devletçiliği söylemi ortalığı sardı. Halbuki 1930’ların devletçiliği bir tercih değil, bir zorunluluktu.

1929 buhranına merkez ülkelerde verilen yanlış tepkiler, bizim gibi ülkelerde bu tür sonuçlara yol açmıştı. Bu kez öyle bir dönemin içinde değiliz. Ülkenin üretim kabiliyetini sıçratmak bugün çok daha kolay ve bu amaca ulaşmak için ülkeyi dışa kapatmak değil, tam tersine daha çok açmak gerekiyor.

Bunun böyle olduğu görülmeye de başlandı. Başlangıçta hazırlıksız yakalanan ülkeler şimdi güçlü oldukları alanlarda üretimlerini artırıp bunu diğer ülkelere de aktarıyor. Yani küresel iş bölümü daha çok ürünün daha çabuk hazırlanmasına yardımcı oluyor. Salgının başında herkese vize engeli koyan Amerikan yönetimi bile şimdilerde deneyimli sağlık personeline vize kolaylığı getirmiş durumda. Özetle küresel iş birliği küresel rekabetin önüne geçtiği ölçüde salgınla mücadele başarılı olmak ihtimali artıyor.

Ülkemizde de ekonomideki daralmaya karşı genişletici maliye politikaları uygulanıyor. Böylece iç talep bir nebze de olsa harekete geçiriliyor. Ayrıca kamu bankaları kanalıyla çarpıcı bir kredi artışına gidiliyor. Kamu bankalarının kredi arzı, bir yıl öncesinin aynı dönemine kıyasla iki katına çıkmış durumda. Bu bankaların bilançolarına destek için de devlet onlara sermaye desteği veriyor.

Yani, ekonomiye bütçeden verebilecek desteğin bir kısmı kamu bankaları kanalıyla verilmiş oluyor.

Öte yandan Hem tüketici kredileri hem de ticari kredilerdeki hızlı genişlemenin ara malı ve tüketim malı ithalatını tetiklemesi riski de doğuyor. Üretimdeki keskin düşüşe bağlı olarak belirgin biçimde azalması beklenen ithalat beklentilere paralel biçimde azalmıyor. Oysa hem ihracatımızda hem de turizm gelirlerimizde derin bir düşüş var.

Salgın nedeniyle oluşan bir arz kısıtı da mevcut. Kapanan fabrikalar ve işyerleri yeniden açılıyor ama üretim hemen sıçramıyor. Zira vardiyalı çalışma veya çalışanlar arasında artırılan fiziki mesafe gibi salgınla mücadele önlemleri kapasite kullanımını sınırlıyor. Çok hızlı kredi genişlemesi talebi artırıyor. Ama talep artışı, birebir üretime değil, ikinci el piyasaya ve fiyatlara yansıyor. Üretime tam olarak yansımasının ise bayağı bir zaman gerektireceği anlaşılıyor. Mesela otomobilde bazı markaların ikinci el fiyatları sıfır kilometre fiyatlarının üzerinde olabiliyor. Çünkü üretim henüz eski düzeyine dönebilmiş değil, ama talep daha hızlı toparlanıyor.

Kısacası, dış borç yükümlülüklerimizin yanı sıra bir de ithalatın yeteri kadar düşmemesine bağlı olarak başta hesapta olmayan cari işlemler açığı artışı nedeniyle döviz ihtiyacımız artıyor. Çok yüksek kredi genişlemesinin özendirilmesi ve faizlerin enflasyonun belirgin biçimde altında tutulması dolarizasyon riskini artırıyor.

Faizin düşük, kurun da istikrarlı seyretmesini arzu ediyoruz.

Tedaviyi doğru yapabilmek için de teşhisi doğru koymak gerekiyor. Sorunun kökenine inmek yerine semptomları bastırmaya çalışmaksa sonuca ulaşmamızı sağlamıyor. Faiz ve kurun istikrarı için üçüncü sacayağı olan fiyat istikrarın sağlanması da lazım. Küresel ortam bu fırsatı sunuyor.

Önümüzdeki süreçte daha fazla parasallaşma ve daha fazla harcama programı olacak. Ama aynı zamanda artan işsizlik ve azalan geliri telafi için herkesi kapsayacak güçlü bir sosyal korunma ağı da gerekecek. Üçüncüsü de ileriye dönük güvenin korunması ve çalışma şevkini canlı tutmak ve hepimizin dayanma gücünü artırmak üzere, güçlü bir taahhüt içeren somut, güvenilir ve kendi içinde tutarlı kapsamlı bir ekonomik plan ve yapısal reform programı gerekecek. Bu programın hukuk sisteminin işleyişi ve kural hakimiyetinden eğitim sistemine, yatırımcının korunmasından mali disipline pek çok konuyu içermesi gerekecek.

Önerilen Popüler Yazılar